Homeopati Tarihi
Dr. Hasan Gökhan Şentürk
Homeopati Tarihi
Homeopatinin kurucusu Samuel Christian Hahnemann 1755'te Dresden'de doğmuştu. Yoksul bir aileden gelmesine rağmen iyi bir eğitim aldı ve Leipzig, Erlangen ve Viyana üniversitelerinde kimya ve tıp okudu.
1779'da hekim olarak çalışmaya başladı, ancak yanı sıra tıp ve kimya alanında makaleler ve kitaplar da yazıyordu. Yazılarında zamanının acımasız tıbbi uygulamalarını protesto ediyordu. Daha hijyenik koşulları, iyi beslenme, açık hava, egzersiz ve daha geniş konutları savunuyordu. Aşırı kalabalık ortamların yaygın, hijyenik standartların düşük olduğu bir zamanda, düzenli banyo ve temiz yatak çarşaflarını tavsiye ediyordu.
18.YY'ın sonlarında Avrupa büyük bir sosyal değişim dönemine girdi. Sanayi Devrimi, yaygın teknolojik ilerleme ve pek çok bilimsel buluşu da beraberinde getirdi. Tıpta da, bitkilerin aktif maddelerini tanımlama ve özünü çıkarma yolunda önemli işler yapıldı. İlk önemli atılım 1803 yılında Almanya'da gerçekleşti; Friedrich Serturner haşhaşın içindeki morfini izole etmeyi başardı.
İlk Deney
Hahnemann bu yıllarda bilinen tıbbi uygulamalardan iyice umudunu kesmiş, tıp çalışmalarını bırakarak tercümanlık yapmaya başlamıştır.
1790 yılında “Dr. William Cullen'ın Materia Medica Üzerine Bir Hikâye” adlı eserini tercüme ederken Cinchona kabuğu hakkındaki bölüme rastlaması, hem kendi hayatını hem de dünya üstündeki pek çok insanın hayatını değiştirdi. Cullen kitabında Cinchona ağacının kabuğundan elde edilen bir madde olan kininin buruk tadından dolayı sıtmaya iyi geldiğini söylüyordu.
Hahnemann çok daha buruk olup sıtma üzerinde hiç etkisi olmayan maddeler olduğunu bildiği için buna bir anlam veremedi. Bu konuyu daha derinlemesine araştırmaya karar verdi. İlerleyen günlerde kendisi de kinin almaya ve tepkilerini detaylı olarak kaydetmeye başladı. Kendisinde sıtma hastalığı olmamasına rağmen, birbiri ardına sıtma belirtileri göstermeye başladığını fark etti. Bu belirtiler bir doz kinin aldığında kendini gösterip birkaç saat sonra kayboluyorlardı. Kinin almadığında hiçbir belirti kalmıyordu. Bu acaba kininin sıtmayı iyileştirme nedeni miydi? Bu teoriyi denemek için, kinin dozlarını tanıdığı insanlarda tekrarladı ve etkilerini detaylı olarak kaydetti. Daha sonra bu deneyleri arsenik ve belladonna gibi ilaç olarak kullanılan başka maddelerle de yaptı. Bu deneyler çok katı koşullar altında yapılıyorlar, deneklerin sonuçları etkileyebilecek alkol, çay, kahve gibi şeyleri içmesine veya baharatlı ve tuzlu yiyecekler yemesine izin verilmiyordu.
Hahnemann deneklerin gösterdikleri tepkilerin çeşitli olduğunu buldu. Aynı maddeye bazıları hafif tepkilerle cevap verirken, bazıları çeşitli ve şiddetli belirtiler gösterebiliyordu. Belirtilerin kombinasyonu test edilen her madde için bir “ilaç resmi” oluşturuyordu. Hahnemann doğal maddelerin geniş bir bölümünü test ederek deneylerini sürdürdü ve "benzerin benzerle tedavisi" ilkesini yeniden keşfetti.
Homeopatinin Gelişimi
Hahnemann, altı yıl boyunca pek çok değişik madde ile yaptığı deneylerle etkileri hakkında önemli bilgiler topladı. Daha sonra çalışmalarının ikinci evresine geçti. Testlerine başlamadan önce, hastalarını muayene etti; belirtilerini, hangi etkenlerin iyi veya kötü geldiğini, genel sağlık durumlarını, yaşam şekillerini, hayata bakışlarını sorguladı. Tüm bu detayları not alarak her bir hastanın belirti resmini oluşturdu. Daha sonra kişinin belirti resmi ile çeşitli maddelerin ilaç resmini eşleştiriyordu. Sadece çok yakın bir resim bulduğunda ilaç veriyordu. Resim ne kadar benzerse tedavinin o kadar başarılı olduğunu fark etti.
Yeni Tıp İlkeleri
Hahnemann, tüm bunlardan, benzer belirtiler ortaya çıkaran bir ilaç ve bir hastalığın bir şekilde birbirlerini hükümsüz bıraktığı ve böylelikle hastanın sağlığına kavuştuğu yeni bir tıp sistemi bulduğunu anlamıştı. Bu fenomeni, Homeopatinin ilk ve en önemli kuralı olan “similis similibus curentur”, yani “benzer benzeri iyileştirir” diye tarif etti.
1796'da Hahnemann'ın bu yeni sistem üzerine yazdığı ilk kitabı yayınlandı. Kitapta teorisi üzerine düşüncelerine yer verdi: “Kronik bir hastalığı, ilave bir hastalıkla iyileştiren doğayı taklit etmek gerekiyor. Özellikle de kronik ise, iyileştirilmek istenilen hastalığın mümkün olduğunca benzerini yapay olarak tetikleyen bir ilaç verilmelidir, böylece önceki iyileşecektir.”
Yunanca benzer anlamına gelen “homeo”, muzdarip olmak anlamına gelen “pathos” kelimelerinden yola çıkarak bu yeni sistemi “homeopati” olarak adlandırdı. 1810'da Rasyonel Tıbbın Organonu adlı kitabında homeopatinin ilkelerini yayınladı. İki yıl sonra Leipzig üniversitesinde homeopati dersleri vermeye başladı.
Sulandırılmış İlaçlar
Hahnemann'ın kullandığı ilaçların bazıları zehirli olduğu için hastalarına çok küçük ve sulandırılmış dozlar veriyordu. Ancak hastaların bazı belirtileri iyiye gitmeden önce kötüleşiyordu. Bu kötüleşmeyi önlemek amacıyla sulandırma metodunu değiştirdi. Her bir maddeyi iki aşamalı bir süreçte sulandırmaya başladı. Sulandırmanın her aşamasında ilacı sert bir yüzeye çarparak şiddetle çalkaladı. Bu işlemin maddenin enerjisini açığa çıkardığına inanıyordu. Bu şekilde sulandırılan ilaçların hem daha önce neden oldukları kötüleşmeyi oluşturmadıkları, hem de konsantre ilaçlardan daha etkili olduklarını gözlemledi. Daha az yoğun olmalarına rağmen daha güçlüydüler. Hahnemann bu işleme “potensiyalizasyon” adını vermişti. Homeopatide potens ilacın sulandırılmasını veya gücünü ifade eder.
Hahnemann ilaçları incelterek denemeye devam etti; gitgide daha sulandırılmış çözeltiler kullandı. İlaçlar içlerinde orijinal maddenin tek bir molekülü bile kalmayacak kadar seyreltiliyorlardı, ancak son derece etkiliydiler. Yaşamı süresince Hahnemann yaklaşık 100 adet homeopatik ilacın etkisini kanıtladı.
Hahnemann’ın İzinden Gidenler
19.YY'da Hahnemann'ın felsefesi Almanya'dan tüm Avrupa'ya, oradan da Asya ve Amerika'ya hızla yayıldı. Hahnemann'ın düşünceleri hakkında birçok bilimsel tartışma olmasına rağmen ünü sürekli arttı.
1831'de Orta Avrupa'da kolera salgını başladı. Hahnemann hastalığı iyileştirmek için kâfuru kullandı ve çok başarılı oldu. Ayrıca hastalığa yakalananların karantinaya alınmasını tavsiye ederek zamanının çok ötesinde olduğunu bir kez daha gösterdi.
Hahnemann'ı izleyenlerden biri olan Dr. Frederick Foster Hervey Quin, kolerayı kâfuru ile iyileştiren doktorlardan biriydi. Bir süredir homeopati ile ilgileniyordu, ancak tedavinin başarılı olması bu işe duyduğu saygıyı arttırdı ve 1832'de Londra'da homeopatik hastaneyi kurdu. 1854'teki kolera salgını Dr.Quin'in homeopatinin başarısını bir kez daha kanıtlamasına olanak tanıdı. Londra Homeopatik Hastanesinde koleradan ölüm oranı diğer hastanelerden %30 daha düşüktü. Ama bu sonuçların açıklanması baskılandı ve ancak parlamentonun araya girmesi sonucunda yayınlanabildi. Resmi raporun yazarı şu sözlerle sonuca vardı: “Eğer Tanrı beni kolerayla ziyaret ederse bir homeopatın ellerine düşmeyi dilerim.”
Hering ve Kent’in Etkisi
Homeopati Amerika'da 1820'lerde başladı ve hızla taraftar topladı. Dr.Constantine Hering (1800-1880) ve Dr.James Tyler Kent (1849-1916) Hahnemann'ın ilaç kanıtlama çalışmalarını sürdüren ve aynı zamanda homeopatiye yeni fikirler ve uygulamalar getiren iki önemli homeopattır.
Dr.Hering tarafından bulunan Şifanın Kanunları, homeopatide hastalığın nasıl iyileştiğini açıklar. Bu üç kanuna göre, belirtiler vücutta yukarıdan aşağıya, içten dışa ve önemli organlardan daha önemsiz olanlara doğru iyileşir. Belirtiler ortaya çıkış sıralarına ters sırayla iyileşirler. Örneğin insanlar fiziksel rahatsızlıkları ortadan kalkmadan önce psikolojik olarak iyi hissetmeye başlarlar. Benzer vücut yapıları ve karakter özellikler olan insanların aynı hastalıklardan şikâyetçi olduklarını gördü. Dr.Kent farklı tipteki insanların belli ilaçlara diğerlerinden daha şiddetle reaksiyon gösterdiğini gözlemledi. Bu da, ilaçların kişilerin duygusal özellikleri ve görüntüleri ile fiziksel belirtileri dikkate alınarak verilmesi gerektiği teorisinin temelini oluşturdu.
Dr.Kent insanları “yapısal tipleri”ne göre grupladı. Örneğin Natrum Muriatikum tipleri armut formlu, koyu tenli, titiz, tuzlu şeyleri seven, kabızlığa eğilimli kişilerdi. Yüksek potensli ilaçların hastanın yapısal tipine ve fiziksel belirtilerine göre seçilmesi “klasik homeopati” olarak adlandırılmıştır.